Yüce Allah müminlerden “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde, ‘işittik’ diyenler gibi de olmayın. Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfâl suresi, 20-22. ayetler) buyurarak, inkârcı bir tutumla gözlerini ve kulaklarını ilahî mesaja kapatan insanlar gibi olmamalarını ister. Ayrıca “Onlar yalan yere şehadet etmezler, faydasız bir şeye rastladıkları zaman yüz çevirip vakarla geçerler. Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.” (Furkân suresi, 72-73. ayetler.) buyurarak müminlere nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösterir.
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisine ulaşılamaz?
İmanın esası kalp ile onaylamaktır. Kalbin inanması imanın gerçekleşmesi için en temel şarttır. Bir kimsenin mümin ve Müslüman olabilmesi için kelime-i şehadeti kalben tasdik etmesi gerekir. Yani Allah’tan (c.c.) başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve resulü olduğunu kalbiyle onaylamalıdır. Kalbiyle tasdik ettiğini diliyle ifade etmesi şart olmamakla beraber ilişkilerinde Müslüman muamelesi görebilmesi için gereklidir. Bir kimse diliyle iman ettiğini söylemesine rağmen kalbiyle söylediğini onaylamazsa iman etmiş olmaz. Kalben onayladığı hâlde, baskı altında olması veya dilsiz olması gibi bir sebeple inandığını söyleyememesi o kimseyi mümin olmaktan çıkarmaz. Kalpteki imanın dil ile söylenmesi o kimsenin başkaları tarafından mümin olarak bilinmesi için gereklidir.
İslam’a göre bilgi edinme yollarından biri de sadık haberdir. Sadık haber, vahyi ve peygamberlerden gelen haberlerin tamamını kapsar. Vahiy; Allah’ın (c.c.) melek aracılığıyla peygamberlere, onların da insanlara bildirdiği, hayatın hangi ilkelere göre yaşanacağını ve nelere uyup nelerden sakınılacağını bildiren ilahî bilgiler ve bu bilgilerin gönderiliş tarzıdır. Bu haberler, güvenilir bir melek ve peygamber tarafından getirildiği için doğru ve kesindir. Sadık haberler, mütevatir haber ve peygamberlerden gelen haber olmak üzere iki kısımdır.
Bu parçada aşağıdaki sorulardan hangisinin cevabı yoktur?
• “I·man edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. I·s¸te bu büyük başarıdır.” (Bûruc Suresi, 11. ayet.)
• “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükafatları Rableri katındadır.” (Bakara Suresi, 277. ayet.)
• “İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Hûd Suresi, 23. ayet.)
Bu ayetlerde vurgulanan ortak husus aşağıdakilerden hangisidir?
İnsan kendisine verilen beş duyunun ve aklın gerektirdiği sorumlulukları bilmelidir. Gördüğü, işittiği ne varsa hesap gününde hepsi karşısına gelecektir. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi sorumludur. Hz. Peygamber bir hadisinde, hesap günü bir kulun Allah’ın (c.c.) huzuruna getirilerek; “Sana göz, kulak, mal ve evlat vermedik mi?...” şeklinde sorgulanacağını belirtir. Nimetler karşısında sorumluluklarını yerine getirmemiş o kimseye Allah (c.c.) “... Önceden sen beni ve bugünleri unuttuğun gibi bugün de ben seni unutacağım (seni azaba terk edeceğim).” (Tirmizî, Kıyamet, 6.) diyecektir.
Metinde bahsedilen kişi için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
İslam dininde inanılması farz olan iman esaslarına, dinin temel kural ve hükümlerine İslam akaidi denir. İslam akaidinin temelinde iman vardır. İman kelime olarak güven duygusu içinde tasdik etmek, tereddüt ve şüphe etmeden, gönül huzuruyla bağlanmak anlamına gelir. İmanın zıddı inkârdır. İman eden kimseye mümin, inkâr eden kimseye de kâfir denir.
Taklidî iman delillere dayanmadığı için zayıftır. Taklidî imana sahip olan kişi küçük bir engel veya itirazla karşılaştığında şüpheye düşerek imanı sarsılabilir. Ayrıca taklidî iman yeterince bilgiye dayanmadığı için insanı taassuba ve bağnazlığa sürükler. Tahkikî imana ulaşan kimse ise evreni ve yaratılışı inceler, dinin hükümleri hakkında bilgi sahibi olur. Böylece Allah (c.c.) ve diğer varlıklarla ilişkisi sağlam temeller üzerinde şekillenir. Tahkikî imanda bilgiye dayalı zihinsel faaliyet, kalpten bağlılık ve tam bir teslimiyet söz konusudur.
İman konusunda bilgi sahibi olmak iman etmek için yeterli olsaydı bu konuda bilgisi olan herkesin mümin olması beklenirdi. İnanç esasları konusunda bilgi sahibi olmasına rağmen iman etmeyenler de vardır. İman ile bilgiyi eşitleyerek birbirinin yerini tutacak şekilde düşünemeyiz. Çünkü iman bilgiyi aşan bir boyuta sahiptir. İmanda kabul ve teslimiyet, bilgide ise duyular aracılığıyla aklın bir sonuca varması söz konusudur. İçinde yaşadığımız evrenin ahengini duyularıyla gören ve bilgi sahibi olan insanın bu düzeni kuran bir yaratıcının varlığını kabul etmesi beklenir.
Son yüzyıllarda gelişen pozitivist bilim anlayışına göre bilinen tek gerçeklik bilimin söylediği veya görebildiğidir. Evrende her şey, sebep sonuç ilişkisi içerisinde bilinebilir. Bu anlayışa göre bilim, eninde sonunda her şeyi çözecek, evrende bilinmeyen hiçbir şey kalmayacaktır. Bu bakış açısı bazı bilim adamlarını din ve metafizik gibi alanları dışlayacak kadar ileri götürmüştür. Oysa bilim her ne kadar görünen âlemde insanlığa katkılar sunsa da dinin ve vahyin bireysel ve toplumsal işlevlerini hiçbir zaman yerine getiremez.
Bu parçada verilmek istenen asıl mesaj aşağıdakilerden hangisidir?
Dinî konularda yüzeysel bilgilerle kuruntuya dayalı teorilerin peşine düşülmemelidir. Özellikle söz söyleme ehliyetine sahip insanlar dikkatli davranmak zorundadır. Hukuk alanında da tahmin ve şüpheyle davranılamaz. Yalancı şahitlik, kesin doğruluk anlamı taşımayan beyanlar ve hakikate aykırı hükümler bireylerin kul haklarının yenmesine sebep olur. Sosyal ilişkilerde zanla hareket etmek, gıybet, söz taşımak gibi olumsuz davranışlar meydana getirir. Bu olumsuz davranışlar maddi, manevi kayıpların yaşanmasına ve kalplerin kırılmasına sebep olur. Toplumun ahlakı, birlik beraberliği ve düzeni bozulur.
Dinî sorumluluğun ön şartı akıl ve irade sahibi olmaktır. İnsanın Allah (c.c.) katında sorumluluğu akıllı ve iradeli oluşuna bağlanmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de insanın üstlendiği bu sorumluluk şu şekilde ifade edilmiştir: “……”
Parçada boş bırakılan yere aşağıdaki ayetlerden hangisi getirilmelidir?
İnsanı yaratan, bilgiyi ve bilgi vasıtalarını veren Allah’tır (c.c.). İnsanın en ayırıcı özelliği gözlem yapma ve düşünme yeteneğidir. Mülk suresi 23. ayette insanı yaratan ve sayısız nimet veren Yüce Allah’a karşı nankörlük yapılmaması istenmektedir. En büyük nankörlük duyu organlarını yaratılış amacına uygun olarak kullanmamak, Allah’ın (c.c.) ayetlerine gözlerini ve kulaklarını kapatmaktır. En güzel şükür ise nimeti verene, o nimetin cinsinden bir amelle teşekkür etmektir.
Aşağıdakilerden hangisi bir nimete kendi cinsinden bir amelle şükretmeye örnek değildir?
Dinî sorumluluğun ön şartı akıl ve irade sahibi olmaktır. Akıl bu kadar önemli olmakla birlikte aklın bütünüyle kavrayamadığı, haberdar olamadığı ve yanılabildiği durumlar da söz konusu olabilir. Akıl; vehim, hayal veya nefsî istekler gibi yanıltıcı etkilere açıktır. Akıl sahibi olsa bile insanın, nefsine uyması onu hataya sürükleyebilir. Doğru zannettiği, araştırmadan kabul ettiği bazı ön kabuller insanı yanıltabilir. Yüce Allah “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” (Yûnus suresi, 36. ayet.) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.